Muhtariyet İsteyen Tatarlar, Moskova'da Polisle Çatıştılar
Moskova (AP) ‐ Kırımlı Tatarlar önceki gün Moskova'da önemli bir gösteriye girişmişler ve vatanlarının kendilerine iadesini isteyen dövizlerle bir kaldırım üzerine sıralanarak polisin müdahalesine kadar beklemişlerdir. Kırımlı Tatarlar'ın taşıdıkları kırmızı ve mavi renkli dövizlerin birinde "komünistler, Kırım'ı Tatarlar'a iade edin" ibaresi okunuyordu. Göstericilere önce bu dövizleri bırakmaları ihtar edilmiş, Tatarlar ise bu teklifi reddetmişlerdir. Bundan sonra Tatarlar'ın gösteri yaptıkları yerde toplanan bazı Ruslar'ın "alçaklar, utanın" diye bağırdıkları işitilmiştir. Gözlemciler Tatarlar'ın bu gösteriyi yapmak için komünist zirve toplantısını bekledikleri kanısındadırlar. Daha sonra olay yerine sevk edilen Sovyet polisi Tatarlar'ın üzerine hücum etmiş ve bir taraftan ellerindeki dövizleri parçalarken diğer taraftan da Tatarlar'ın ağızlarım kapamaya çalışmışlardır. Polis tarafından parçalanan dövizlerin birinde ''Lenin'in Tatarlar'a muhtar cumhuriyet kurma hakkım tanıyan kararnamesine saygı gösterin", diğerinde ise 'Tatarlar'la uğraşmaktan vazgeçin" ibaresi okunuyordu. 1967 yılında Tatarlar genel affa uğramış, buna karşılık Tatarlar'ın yurtlarına dönmelerine izin verilmemiştir. Tatarlar'ın bugüne kadar yurtlarına dönmek için yaptıkları sayısız teşebbüs ise hiçbir zaman sonuca ulaşamamıştır.
Bu yazıyı Türk gençleri dikkatle okusun. Kırım Tatarı denilen bu eski Kıpçaklar'ın torunları İkinci Cihan Savaşından sonra topyekûn sürülerek Kuzey Türkistan'a ve Sibirya'ya atılmışlardı. Tabii bu arada pek çoğu da ölmüş veya öldürülmüştü ve bu cinayet, kızı tarafından bile hain olduğu söylenen Stalin tarafından yapılmıştı.
Kırım, Türk Devleti'nin son büyüklük çağı olan Osmanlılar çağında, imparatorluğun yan bağımsız bir kuzey devletiydi. Yani özerkliği vardı. Fakat özerkliği bugünkü üniversitelerde olduğu gibi şımarıklığa dönüşmüyor, eşsiz akıncı ordusuyla devletin kuzey sınırlarını Moskoflar’a ve Polonyalılar'a karşı koruduğu gibi İran'la ve Cermanya İmparatorluğu ile yapılan savaşlara da yardımcı kuvvet olarak katılıyordu. Kırım elden çıktıktan sonra bir bölümü Anadolu'ya, bir bölümü bugünkü Romanya topraklarına yerleşti. Romanya'da bugün de büyücek bir toplulukları vardır.
Bu yazıyı Türk hükümet adamları da dikkatle okusun ve dış Türkler'in haklarını eldeki imkânlar nispetinde nasıl korumak gerekirse öylece yapsınlar. Hiç olmazsa insan hakları beyannamesine imza koymuş olan Rusya'yı uyarsınlar. Bu uyarma mutlaka tesirli olacak, Türkler'in sahipsiz olmadığı anlaşılacaktır.
Yayınlanan bildirilerde, bermutat komünist ağzıyla, kavganın zafere ulaşacağı söylenmekle beraber komünizmin Türkiye'de ne seçimle, ne de ihtilalle iş başına gelmesine imkân yoktur. Çünkü komünizm, Marks'a "ben Marksist değilim" dedirtecek kadar soysuzlaşmış bir fikir sistemidir. Lenin'e göre ise her 100 komünistten 95'i ahmak, 4'ü haindir. Demek ki her 100 komünistten ancak biri sağlamdır. Türkiye'deki komünist hareketlerinde de birbirini nasıl ele verdikleri, polise ve Milli Emniyete nasıl ajanlık ettikleri kaç defa açıklanmış, komünistlerin ne seviyede kişiler olduğu ortaya çıkmıştır.
Komünist ülkelerin akrep yuvasından farksız olduğunu gösteren en büyük delil, Lenin'le birlikte ilk komünist ihtilalini yapmış olanlardan onda dokuzunun yine komünistler tarafından idam edi1miş olmasıdır. Hatta Lenin’in Stalin tarafından zehirlendiği bile iddia edilmiştir.
Rusya'dan sürülüp bir müddet İstanbul'da kalan Troçki, Türkiye'de ordu elde edilmeden komünizmin zafer kazanmasına imkan olmadığını daha kırk yıl önce söylemişti.
Evet, yalnız Türkiye'de değil, dünyanın hiçbir yerinde komünizm seçimle iş başına gelemez. Komünist partilerin çok kuvvetli olduğu Fransa ve İtalya da bu partiler bir iki defa oyların ancak üçte birini toplayabildiler ve daha ileri gidemediler.
Fakat buna bakıp kendimizi bu yönden emniyette sayarak tedbirsiz davranmak çok yanlış ve tehlikelidir. Vaktiyle Nazım Hikmet ve arkadaşları donanmaya sızmaya çalıştıkları gibi bugün de orduya sızmaya uğraşılmaktadır. Tabii komünist hüviyetiyle değil, sosyal reform isteyen saf, iyi niyetli vatandaşlar olarak.
İdam edilen Talat Aydemir, komünist olmadığı halde saflığı yüzünden bunlara kanmış ve bazı komünistleri kendisine müşavir olarak almıştı. Talat Aydemir lehinde propaganda yaptığı için hapse mahkûm edilen komünist kadını birçokları hatırlayacaklardır. Devlet Planlama Teşkilatı'nda bulunup da sonradan istifa eden aşırı solcular, başarı kazandığı takdirde onun kabinesini teşkil edecekti. Hapishanede, başka bir sebeple bulunan birisine yaptığı ifşaat da ilgi çekicidir. Bunlar komünist metotlarıdır. Talat Aydemir'le birlikte idam edilen Fethi Gürcan'ın yine hapishane arkadaşlarından birine söylediğine göre başarı kazandıkları takdirde Türkçüleri topyekûn öldüreceklerdi. Tabii bütün bunlar, solcu müşavirlerin telkiniyle verilen kararlardır.
Yukarda profesör olmak gafil olmaya mani değildir demiştik. Kurmay olmak hiç mani değil. Solcuların tehlikesini hala anlamayan kurmaylar arasında 38'lerden Cemal Madanoğlu ile Ahmet Yıldız'ı da gösterebiliriz.
İleriyi görmek özel bir kabiliyettir. Hele Moskof’un tarihi fonksiyonunu bilmeyenler için komünizm tehlikesini anlamak hayli güç iştir.
13 Haziran 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesinde "Times "den naklen verilen bilgiye göre Türkiye'deki gizli komünist partisinin 1250 üyesi vardır ve bu parti Moskova taraflısıdır. Türkiye de diğer komünistler ise Stalinci ve Maocu olmak üzere iki rakip gruba ayrılmıştır. Gerek bunlara, gerekse komünizmi insancı bir rejim sananlara şunu hatırlatalım: Sovyet ihtilalinin 50.yıl dönümü töreninin başında Moskova'da, "Enternasyonal" değil, "Rus Milli Marşı" çalındı. Bu şartlar için de hala komünizm teraneleri okuyarak insanlıktan bahsetmek ihanetten başka bir şey değildir. Bunu da Türkiye'de ya soy bakımından Türk olmayanlar yahut satılmış ajanlar yapar. Samimi sosyalistler buna dikkat etsin.
Bir de üniversite özerkliği bahanesiyle üniversiteler içinde her türlü anarşi ve ihanet hareketlerinin yapılmasına göz yuman zihniyete artık paydos denmelidir. Özerklik denen nesne üniversitelerin ilmi çalışmalarında, programlarında, asistanlıktan doçentliğe, doçentlikten profesörlüğe terfilerde hükümetin işe karışmaması, yani bilim ve teknik alanındaki çalışmaların tamamen serbest olmasıdır. Bazı tanınmış profesörler bile bu bedaheti kavramaktan aciz görülüyor. Polisin üniversiteye girmesinden çılgına dönenler anarşinin girmesi karşısında bir şey yapamıyor, bir tedbir düşünemiyorlar. Tahrip olunan eşya ve aletlerin ceremesini de yine millet çekiyor. Bunalım, reform teraneleriyle Üniversiteyi ikinci Mahmut çağının Yeniçeri Ocağına döndürenler yarın ikinci bir Vak'a‐i Hayriye’ye de hazır olmalıdır. Devlete karşı isyan bildirileri, devletin polisine "kiralık katil" diye hakaretler, laboratuvarları tahrip, kitapları talan, devletin üniversitelere verdiği malzeme ile devlet kuvvetlerine karşı kullanılmak üzere Molotof kokteylleri, sopalar, taşlar... Ne bu? Üniversitenin devrimci gençliği...
Hükümet, bu serseriler karşısında aciz kalacaksa onları birkaç saatte yola getirecek milli güçler hazırdır.
Solu savunan Nadir Nadi'nin "Devrimci Gençlik" imzalı bildiriye karşı hâsıl bir durum takınacağı onun gerçek maksadını göstermesi bakımından çok ilgi çekici olacaktır.
Millet yerine halk diyen, daima Amerika'nın iktisadi emperyalizminden bahsedip Moskof’un siyasi ve askeri emperyalizmini görmemezlikten gelen, yazılarıyla bildirilerini yaşasınlar ve kahrolsunlarla bitiren, Türkçülere faşist ve kafatasçı diyenlere dikkat edin. Bunların hepsi Moskova'nın satılık uşaklarıdır. Hepsi Türklük düşmanıdır.
Evet ilerici... Fakat geçmişi olmayıp ancak bir adım ilerisinde yiyeceği gören hayvanlar gibi ilerici...
İleri... Fakat hainlik ve alçaklıkta ileri...
On Beşinci Yüzyılda Anadolu'da "Hurufi" denen bir takım akıl fukaraları vardı. Çoğu iyi öğrenim görmüş, kendi zamanının bilgini olmakla beraber sapıtmış bir takım adamlardı. Kuran'ın harflerinde gizli manalar olduğunu ileri sürerek Kuran'daki gerçek mananın bu olduğunu iddia ederler, kendi işlerine geldiği şekilde ahkâm çıkarırlardı. O kadar propaganda yaptılar ki aklı başında görünen bazı din ve tasavvuf erbabına da tesir ettiler. Propagandalarının kuvvetiyle Fatih'in sarayına kadar girmişlerdi. Sonunda yakılarak idam edildiler de millet büyük bir safsatadan kurtuldu.
Yirminci Yüzyılın komünistleri de budalalıkta onlarla at başı beraber gidiyorlar. İnsanlığın birkaç bin yıllık gelişmeyle elde ettiği değerleri zorla değiştirmek istiyorlar. Hiçbir ileri ülkede tutunamayan, ancak geri memleketlerdeki insanları, o da kısmen kandırabilen bu sahtekârlık elli yıl sonra kaybolup gidecektir. Fakat hızlı medeniyetin ve tekniğin bozduğu sinirler ve çoğalttığı akıl‐ruh hastalıklarıyla malul bir takım insanlar bu safsatalara devam edecektir. Ruh hastalığı yumuşaklıkla, fakat şirretlik halini alınca sertlikle önlenir. Bu sahtekârların memleketin sosyal dertleriyle ilgisi yoktur. Onların davası Türkiye'yi yıkmaktır.
Türkiye'nin Batıdan epey geri kaldığı, aradaki açıklığı kapamak için yaptığı hamlelerde düştüğü büyük yanlışlar da malum. Fakat bunlar sokağa dökülmekle çözülecek değildir. Sovyet sistemiyle insanların ne hale geldiği de bugünkü Rusya'nın durumu ile meydandadır. Rusya'yı görenlerden birinin söylediği "Ruslar sefil, Rusya Türkleri büsbütün sefil" sözleri bu kalkınmanın arkasındaki gerçeği gözler önüne seriyor.
230 milyonluk bir kütlenin maddi‐manevi sefaleti bahasına silahta ve uzay işlerinde Amerika ile yarışmayı marifet sayanlar ve insanlarının insanlıktan çıktığı bir ülkeyi açık veya kapalı, örnek diye gösterip Türkiye'yi de böyle bir yola sürüklemek isteyenler, Moskova'nın ajanı değillerse, gafletin gayyasına düşmüş zavallılardır.
Türk olarak yaratıldık. Uzun ve çetin geçmişimizin tasaları, zaferleri ve bozgunlarıyla milliyetimizi perçinledik. Başkalarından farklı olduk. Bu özelliğimizi sonuna kadar saklayarak Türk kalmak ve mazideki üstünlüğümüze yeniden sahip olmak istiyoruz. Milletimizi kalkındırırken ipliği pazara, foyası meydana çıkmış metotlara değil, aklın ve ilmin yoluna yönelmek kararındayız. Daha dün bizden üs ve toprak isteyenlerin samimiyetine elbette inanamayız. Komünizmin ne çıkmaz sokak olduğunu kendileri de anladıkları için artık kendi aralarında da hırlaşmaya başlamışlardır. "Burjuva uydurması" dedikleri prensiplerden birçoğunu şimdiden benimsemeye başladılar.
Yarını emniyete almak için Milli Eğitimin yeni program ve ruhla harekete geçmesi, yarın Üniversiteye gireceklere milli ruh ve ahlak aşılaması şarttır. Seçim ve parti kaygılarını bir yana bırakarak, solcu basının yaygarasına kulak tıkayarak bunu gerçekleştirmekten başka çıkar yol yoktur.
Son pişmanlık fayda vermez.
ÖTÜKEN, Temmuz 1969, Sayı. 7 (67)
0 comments:
Yorum Gönder