19 Ekim 2014 Pazar

Milliyetçi Gençlik


Yeni Başbakan Suat Hayri Ürgüplü, kabine programının Milli Eğitim bölümünde "Milliyetçi bir gençlik" yetiştirmeyi amaç edineceğini söyledi. Çok güzel bir düşünce. Hele biz Türkçüler için böyle bir kabineye bütün gücümüz ve samimiyetimizle destek olmak kadar normal bir iş düşünülemez. Fakat bu milliyetçi gençliğin nasıl yetiştirileceği hakkında en ufak işaretin bulunmayışı, uzun tecrübelerin imtihanından geçenler için ayrı bir faktör, insanı sevinmekten alıkoyan ciddi bir sebeptir. Bundan 21 yıl önce yine bir başbakanın Millet Meclisinde "Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız" demesinden sonra Türkçülerin başına gelenleri bilenler ve hatırlayanlar elbette yeni başbakanın sözlerini de ihtiyatla karşılayacaklardır.


Zamanımızda kelimelerin anlamı şahsa millete, ülkeye ve rejime göre çok değiştiği için ilkönce Başbakanın "milliyetçilik" demekle neyi kastettiğini öğrenmek gerekiyor. "Millet" ve "Milliyetçilik" derken hem nalına, hem mıhına davranmayı; kimseyi gücendirmemek ilkesine sarılmayı; düşünce aydınlığından uzak sözler sarf etmeyi asla yeterli saymıyor, Türk milletini teşkil edenlerin kimler olduğunun, milliyetçilik kelimesiyle ne denmek istendiğinin hiçbir tereddütte yer bırakmayacak bir kesinlikle tarif edilmesini istiyoruz.


Günümüzde Türkiye'de kozmopolit bir hava estiğini herkes görüp biliyor. Ağızlarda sakız edilen "Milliyetçilik", "Atatürk İlkeleri" gibi sözlere rağmen kafalarda hâkim olan düşünce "iktisadi refah" ve "beynelmilelcilik"tir. Sanki Türkçü olursak iktisadi refah elimizden ebediyen kaçacakmış gibi ters bir düşünceyle ve milliyetçiliğin "modası geçmiş geri bir düşünce" olduğu hakkındaki budalaca telakki ile Türk gençliği kendisinden uzaklaştırılıyor. Ortada milli düşünce kalmayışının sonuçlan da malum: Manevi bir insanca sarılmak mecburiyetinde olan çocuklar, esen rüzgâra göre ya Nurcu, Arapçı, Ümmetçi yahut da kozmopolit, komünist ve anti nasyonalist olarak karşımıza dikiliyorlar. Çünkü bu gençlerin beynine ve gönlüne ne ailede, ne okulda, ne çevrede, ne de basında "milli" olarak hitap edilmiyor ve "fedakâr Türk öğretmeni...", "asil Türk, gençleri", "şerefli basın" gibi tekerlemelerle davaların çözüldüğü, milliyetçi telkinin yapıldığı sanılıyor.


Bugün bir fikri telkin etmek için onun doğruluğunun ispatı gerekmektedir. Kaba materyalizm kendisini reklâm ederken bolluktan, zenginlikten, insanların bolluğa kavuşmasındaki güzellikten ve bu bolluğa engel olan sömürücülerden bahsederek propagandasını yapıyor: Bir dünya cenneti vaat ediyor.


Milliyetçilik ise vaat etmiyor. Yalnız istiyor. Gelecek nesiller için, yarın için istiyor ve sadece gözleri kamaştıran bir tablo çiziyor.


Milliyetçilik kendisini reklâm ederken daha olgun kafalara hitap etmek mecburiyetindedir. Komünizmi en iptidai insana anlatmak ve kabul ettirmek kolaydır. Zaten onlar yalan söylemekten de asla çekinmedikleri için her fert veya zümreye göre söyleyecekleri yalanlar hazırdır. Milliyetçilikte ise ne yalana tenezzül, ne dünya cenneti, ne de ahiret cenneti vaadi vardır. Milliyetçilikte yalnız tek yasa vardır: Görev yapılacaktır.


Yeni hükümet milliyetçi bir gençlik yetiştirmek isterken bu "karşılık beklemeden, yalnız görev yapmak için davranmak" prensibini ihmal ederse hiçbir şey yapamaz. Bunun sonunda da yurttaki maddeci ve çıkarcı rüzgâr esmekte devam ederek günün birinde memleketi yıkacak bir fırtına haline gelebilir.


Milliyetçilik büyük ve asil bir inançtır. Bir fedakârlık duygusudur. Hiçbir karşılık beklemeden kendini yok etmek düşüncesidir. Bu bakımdan dinden de üstündür. Dindar, yarınki bir âlemin cennetine ve nimetlerine kavuşmak için kendisini feda eder. Bu fedakârlık, hiçbir şey ummadan kendisini yokluğun karanlıklarına atan bir milliyetçinin fedakârlığı ile asla ölçülmez. Böyle bir ölüm, çirkin bir hayattan daha çok insana yakışır.


Hayatı, bu şekilde insanı anlamı ile telkin etmek milliyetçilik felsefesinin baş ilkesidir:


Biyolojiye göre' hayat, fizikoşimik bir titreşimden başka bir şey değildir. Hayatta olanların gayesi de kendisini ve neslini sürdürmektir.


Bitkiler ve hayvanlar için doğru olan bu açıklama insanlar için yetersizdir. İnsanın da kendini ve neslini yaşatıp sürdürebilmek gayesi ve bu gayeye ulaşmak için bir takım fonksiyonları olmakla beraber bir de manevi gayeleri vardır ki onu hayvandan ayıran en esaslı belirtiler de bu manevi hedeflerdir.


Hayvan yalnız yer, içer, cinsi faaliyette bulunur ve hoşlandığı yerde yatar yani zevkine bakar. İnsan ise gerektiğinde bir düşünce uğrunda ölebilir.


Hayvanda da‐geçici veya daimi aile hayatı, bazılarında toplum hayatı vardır.


Hayvanlarda da pek iptidai bir dil bulunduğu bilinmektedir.


Hayvanlar arasında da teke tek veya toplu halde kavga olmaktadır.


İnsanlarda olduğu halde hayvanlarda olmayan tek şey karşılık beklemeksizin, çıkan olmaksızın, yüksek bir gaye uğruna hayatını feda edebilme kabiliyetidir.


Bunun içindir ki fedakârlık ruhunun öldüğü yerlerde insanların hayvan sürüsünden farkı yoktur.


İnsan, yüz binlerce, belki milyonlarca yıllık bir süzülme ve olgunlaşmadan sonra hayvandan tamamıyla ayrılarak ülküsü olan bir yaratık durumuna geçmiş; fedakârlığın, kahramanlığın en güzel örneklerini vermiştir.


Fakat onun beyninin derinliklerinde, kromozomlarında, kromozomlarındaki genlerde milyonlarca yıl öncesine ait hayvani istidatlar hala yaşamaktadır. İnsanlık tarihinde zaman zaman görülen materyalizm buhranları bu istidadın çalkantısından başka bir şey değildir. İnsanı yalnız bolluğa, zevke, rahata ve aşırı hürriyete çağıran materyalizm aslında disipline, görevin sertliğine ve fedakârlığına katlanamayan zayıf insanların felsefesidir.


Elbette disiplin olacaktır. Disiplin, hayvani başıboşluğun insanca bir düzen haline gelmesidir.


Görev serttir. Sertlik insanın ruh yapısını geliştirir. İnsan olduğumuz için, biz bu dünyaya hayvanlar gibi yalnız eğlenmeye değil, bir görev yapmaya gelmişizdir. Bu bakımdan fedakârlık insanlık vasfının son noktası, doruğudur.


Bugün bize yalnız iktisadi kalkınmadan, refahtan bahsederek bunun dışında kalan manevi cepheyi inkâra yeltenenler, insanı mücerret hayvani yönleriyle mütalaa edenlerdir.


İnsanlar hayvanlaşırsa, tabii, artık milliyete, dine ve aileye lüzum kalmayacaktır. Bunların lüzumsuzluğunu savunmak çok kolaydır. Her olumsuz nesneyi savunmak kolaydır. Rezaletin ve ahlaksızlığın müdafaasını yapmak erdem ve ahlaki savunmaktan çok kolaydır.


Ahlak bir burjuva uydurmasıdır, derler. Sanki burjuvalar oturup işçiyi sömürmek için kurultay kurarak bunu icad etmişler gibi...


Millet yapma bir topluluktur diye iddia ederler.


Onun on bin yıllık bir hâsıla olduğundan haberleri yoktur.


Tabii, bu iddialar ve propagandalar ne kadar sathi ve çürük olursa olsun, kültürü ve karakteri o1gunlaşmamış gençler üzerinde az çok etkili olmakta; salgın kızamık veya Asya griplerinden daha çok tahribat yapmaktadır.


Bir nesli milliyetçi olarak yetiştirmenin birinci şartı okullarda ona millet sevgisi, millet uğruna fedakârlık düşüncesi aşılamak, geçmiş yüzyılların milli miraslarını öğretmektir. Bunu yapabilmek için milliyetçi öğretmen, milliyetçi ders programı lazımdır. Solcu‐kozmopolit yazarların eserlerini okutan edebiyat öğretmenleri, kozmopolit tarih kitaplarıyla milliyetçi gençlik yetişmez. Hele küçük çocuklara hitap eden dergilerin zararlı telkinleri ancak kanunun sert tedbirleriyle önlenebilir.


Yeni hükümet 7 aylık iktidar süresinde belki iktisadi yönden üstün bir çalışma yapamaz. Siyasi alanda da statükoyu saklamakla yetinebilir. Fakat milliyetçi gençliğin yetişmesini sağlamak üzere" Milli Eğitim programlarında, hele tarih ve edebiyat kitaplarında bir takım olumlu değişiklikler yapmak, milliyetçilik aleyhtarı öğretmenleri tasfiye etmek gibi esaslı tedbirleri ve bir kanun konusu olan çocuk dergileri işini ele alabilir. Her olumlu faaliyetin karşısına "anayasaya aykırıdır" diye çıkan asri yobazlara aldırmamalıdır. Vaktiyle her yeniliğe "şeriata aykırıdır" diye karşı koyanlarla milleti millet yapan her davranışın önüne anayasa kalkanıyla dikilenler, arasında mahiyet farkı yoktur. J


Milli menfaatler söz konusu olunca anayasanın bazı maddelerini değiştirmek bile mümkündür. Kaldı ki "Tedbirler Kanunu"nu bile önlemeyen bir anayasa, Türk gençliğini yurdun ve milli menfaatlerin istediği şekilde yetiştirmeyi sağlayacak özel kanunları elbette engellemez.


Yeni Başbakan bunu yapabilirse tarihte iyi bir ad bırakır. Yapamazsa kendisine ancak "idare‐i maslahatçı" denir.


Nihal Atsız
(11 Mart 1965), Ötüken, 22 Mart 1965, 15. Sayı.

0 comments:

Yorum Gönder